Avrupa'nın en büyük iki gücü Almanya ve Fransa resmen hükümetsiz durumda. (6 Aralık 2024)

(0:24 – 1:37)
Avrupa’nın en büyük iki gücü Almanya ve Fransa resmen hükümetsiz durumda.


O.Ç.:
Fuat abi, merhaba.


C.F.H.:
Merhaba, Osman.


O.Ç.:
Avrupa hareketlendi mi sence?


C.F.H.:
Fokur fokur kaynıyor.


O.Ç.:
Beklemiyorlardı ama böyle bir şeyi.


C.F.H.:
Yahu, beklemiyorlardı olur mu? Hep bekliyorlardı. Biz de bekliyorduk, söyleyip duruyorduk yani.


O.Ç.:
Şey denir ya, hani Lenin’den beri burada bir şey olmaz. Olsa da zaten bunlar gösteri yapmaya bilet alıp giderler falan filan diye. Şu anda Avrupa’nın en büyük iki gücü resmen hükümetsiz durumda. Gerçi fark etmiyor yani. Birileri yönetiyor zaten de. Ama adamlar hakikaten hükümetsiz kalmışlar şu anda. Azınlık hükümetler düşmüş durumdalar. Aslında pratikte parlamentoda çoğunluğu sağlayamıyorlar. Almanya zaten seçime gidiyor apar topar. Fransa… Ya öyle böyle değil. Avrupa’nın en büyük ekonomik gücü, siyasi gücü aynı zamanda. Almanya ile Avrupa’nın en büyük ikinci ekonomik gücü ve belki de Almanya’dan daha önemli siyasi gücü resmen tuhaf bir yere girdi. Yani şarampole henüz yuvarlanmış değil ama arabayı iyi yürütemiyorlar. Arkadaşlara önerilecek bir şey var mı? Ne yapsınlar?

(1:37 – 2:38)
Ekonomik gücünü yitiren ABD başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği’ne savaş açtı!

C.F.H.: Şimdi çok ciddi bir allak bullak oluş var. Bu biraz da Amerika Birleşik Devletleri’nden kaynaklanıyor. Bana kalırsa ABD Avrupa Birliği’ne savaş açtı. Şöyle bir savaş bu: Hem emperyalist hiyerarşide tepedeki konumunu güçlendirmek istiyor tekrar, fırsat bu fırsat. Dolayısıyla Avrupa’yı bir de savaşa yaklaştırdı. Bir savaş vavelasının içine soktu Ukrayna’da. Şimdi hem o savaşla uğraşacak Avrupa Birliği, hem bütün bu ülkelerin içinde Amerikan taraftarı bir takım kesimler var. Atlantik’in ötesiyle daha sıkı fıkı iş birliği içine girmek isteyen. Dolayısıyla hem içerideki “casuslarıyla“ diyeyim kabaca, hem de savaş vavelası içinde Avrupa’yı zayıflatıyor. Böyle bir şey, böyle bir yerden geçiyoruz.

(2:38 – 4:18)
Almanya’da finans sermaye yeni yönelim arayışında.

 

C.F.H.: Bu karışıklık içinde bütün ülkelerdeki sermaye de kendi içinde yeni oryantasyon, yeni bir yöneliş belirleme çabasında. Ne tarafa gidecek? Ne tarafa yatırım yapacak? Ülkede kalacak mı? Yoksa başka bir yere mi gidecek?

 

O.Ç.: Bunu tabii şeye bağlayabiliriz. Yani Amerika’nın artık o gücü yok. Kabul etmek istemiyorlar ama eski çamlar bardak oldu. Bu iş bitti büyük ölçüde. Buna rağmen tabii denemek zorundalar. Zorlamak zorundalar yani. Ama dünya egemenliği, yani dünya hegemonyası, dünya ölçeğinde yayılmış 800 civarında üs ve tesis var. Ama bunları nasıl finanse edecek bu Amerika? Biz kapanırsak havası içinde. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı galiba bir yıl kadar önce şey diyor, “Ukrayna’da savaş var. Tamam Ukrayna’yı biz destekliyoruz. Bütün malzemeyi veriyoruz“ falan filan, “bu sayede“ diyor, “Amerika’daki üretim artıyor“ ve (dolayısıyla yüzde üçlerde galiba bunların işsizlik oranı) “bu sayede işsizlikten de kurtuluyoruz.“

 

Ya, bu başka yerlere cinayetler ekerek evdeki muhabbeti sürdürmek demek. Bunları da artık söylemek zorunda kalıyorlar, ama mümkün değil. Yani Amerikan dünyası Amerikan barışı tarihe karıştı. Bunu artık herkes biliyor. Karışmasaydı bu kadar çok, Avrupa’da olay çıkmazdı. Şimdi hakikaten Romanya’daki gelişmeleri biliyoruz. Hani hiç kimsenin haberi yok. Birdenbire bir adam ve bir başka adam, ikisi de sağcı birbiriyle didişerek ülkenin cumhurbaşkanlığına, yönetimine oynuyorlar. Ana akım medya bunun haberini de vermemişti.

(4:18 – 5:03)
Avrupa’daki sarsıntı bitmeyecek.

 

O.Ç.: Avrupa’da hakikaten çok ciddi bir sarsıntı var. Derinlerden gelen, bitecek gibi de olmayan bir sarsıntı bu. Ve burada savaş özel bir rol oynuyor. Ben burada Berlin’in de kirli bir yerde olduğunu düşünüyorum. Ne dersin Avrupa bu? Amerika’nın dünya liderliğinden ister istemez yavaş yavaş çekilmek zorunda olmasını, sessiz sedasız arkasında bırakabilir mi? Bu da bir tür savaş. Bu da bir tür enkaz bırakacaktır arkada. Birdenbire iki başkentin, Avrupa’nın iki yönlendirici başkentinin yani bunlardan daha büyüğü yok ki. Fransa-Almanya hattı böyle bir kesintiye uğrarsa Avrupa’nın çivisi çıkar yani. Ortalık hiç iyi gitmiyor. Bundan sonra da gitmeyecek. Çok zor durumdalar. Benim gördüğüm o. 

(5:03 – 7:35)
Kapitalizm sonuna gelmiş bulunuyor. Savaş çığlıkları çözümsüzlüğün göstergesi

 

C.F.H.: Şimdi aslında sosyalist sistem çöktükten sonra bunlar hala yeni dünyayı istedikleri gibi yaratamadılar. Önce bir oyfori başladı, böyle bir heyecan, neoliberal fırtınalar vesaire vesaire. Fakat bunların çok çabuk üstündeki cila dökülüyor. Kapitalizm artık kendi tarihinin sonuna gelmiş vaziyette. Fakat şimdiye kadar hep krizleri bir biçimde çözdüler. Yeni baştan bir şeyler yarattılar. Hep bir takım suni diyelim, suni çözümlerle ölümü uzattılar. Ama şimdi o periyotlar gittikçe kısalıyor. Kısalmak ne kelime? Periyot çıktı, bitti. Periyot süreklilik kazandı artık. Şimdi bu sürekliliğe bir çözüm bulamıyorlar. Bütün bu arayışlar ve çıkmaz noktasına geldiğinde de savaş diye feryat etme bu çözümsüzlüğün göstergesi. Çözüm yok. Kapitalizm sonuna gelmiş vaziyette. Her tarafından çürümüş. Hükümet bile kuramıyor bak.

 

O.Ç.: Bu doğru.

 

C.F.H.: Görüyoruz işte.

 

O.Ç.: Tabii kuramıyorlar ama şey, -galiba çevireceğim onu- bu Georg Fulbert’in (maalesef birazcık sağda kalan komünistlerden, onun bir çeviri kitabı da senden çıkmıştı). Ben onun bazı çalışmalarını zaman zaman veriyorum. Luna Park 21 diye bir dergi vardı. İşte bu Ernest Mandel’in Almanya’daki öğrencisi Winfried Wolf çıkartıyordu. Adamcağız 1,5 sene 2 sene önce vefat edince Biz bunu bırakacağız dediler. Şimdi yeniden başlıyor onun arkadaşları. Fulbert’in orada Kapitalizmus 2.0 diye bir yazısı var. Kapitalizmin 2.0 versiyonu. Özetin özeti, “öyle kolay bitmiyor“ diyor.

 

Ve ben daha çok senin görüşüne yakınım yani kişisel olarak. Ben şunu eklemek için söyledim. O tip yazıları Cuma Kıvılcımları’nın web sitesini yönetmenimiz Pembe Hendek düzenliyor. Belki oraya da koyarız. Mesele şu. Olmuyor öyle birdenbire bitmiyor. Ama benim görüşüm senin uyarına yakın. Yani bitmiyor olabilir, ama finaldeyiz. Bu çok uzun da sürebilir. Bizim ömrümüzü çok aşabilir. Ama zaten kapitalizmin bitişi yani öyle kolay kolay 1-2 haftada, ya da 1-2, 10 yılda olacak gibi bir şey değil. Zaten 20. yüzyılda yaşadık onu. Ama çok ciddi yürütemiyorlar, yönetemiyorlar.

(7:35 – 8:12)
Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemediklerini ifade edemiyorlar

 

O.Ç.: Problem şurada galiba. Daha doğrusu ezilenler açısından. Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar ama bunu anlatamaz hale geldiler. Aslında dinin bütün bir ortaçağ, ya da ortaçağ öncesindeki rolünü hatırlatan bir demokrasi bilinciyle yürüyoruz sanki.

 

İnsanlar tamam “bu yönetim yönetim değil. Biz de böyle yönetilmek istemiyoruz“ diye geçiriyorlar içlerinden, ama ortalıkta bir alternatif yok. Birdenbire kendileri de çıkartamadılar. Dolayısıyla böyle bir tuhaf durumda. Benim İstanbul yıllarında duyduğum şallak mallak olmuş durumda halkımız.

(8:12 – 9:24)
Kapitalist düzen can çekişen ve suni yaşatılan hasta gibi. Artık onun fişini çekmek gerekiyor.

 

C.F.H.: Ya şimdi bak, ben söylediklerimi doğru ifade etmiş olayım. Yanlış anlamalara da neden olmasın. Ben, kendi kendine ortadan kalkacak gibi bir şey söylemedim. Bunu şöyle düşün: Bak can çekişen bir hasta var. Ve uzun yıllar, sunni teneffüsle kalp otomatiğine bağlanmış. Bilmem ne makinelerine bağlanmış. Ebediyen yaşayabilir bu hasta. Bunun fişini çekmek gerekiyor fişini! “Can çekişiyor“ diyorum. Can çekişiyor ama kendi kendine ölecek bir durumu yok. Kendi kendine asla ölmez. Bunun fişini çekmek lazım. Başka çare yok. Fişini çekecek bir güç henüz ortalıkta görünmüyor.

 

Kendilerinden de üretemediler“ diyorsun. Üretecek bir şey yok. Üreten üretmiş zaten. Bunun formülü belli. Bunun fişini çekmek demek devrim yapmak demek. Devrim yapmak demek örgütlenmek demek. Örgütlenmek demek parti demek. Bak bir takım yasallıklar var. Bunlar yerine gelmeden de fiş çekilmiyor. Bu kadar. Ama suni olarak da yaşıyor. Can çekişerek yaşıyor. Olmuyor.

(9:24 – 11:11)
Partilerin çekiciliği, inandırıcılığı kalmamış.

 

C.F.H.: Bak Almanya gibi, o kadar stabil olduğunu düşündüğümüz bir ülkede hükümet kuramıyor. Bundan önce de kuramadılar hükümeti. Çünkü var olan siyasi örgütler, yani bu partiler falan da halkın gözünde eskimiş. Hem çekiciliği hem inandırıcılığı kalmamış. Bak bir örnek vereyim. Geçenlerde rastladım.

 

1990’da Almanya’da -bak daha Alman Demokratik Cumhuriyeti henüz yıkılmadan önce- 79 milyon nüfusu var. Bu 79 milyon nüfusun 2,5 milyonuna yakını bir partiye üyeymiş. Yani adını yazmış, aidat ödeyen üye. Şimdi 2000 yılına geldiğimizde olmuş 85-87 milyon, ama partilerin üye sayısı düşmüş 1,1 milyona. Yarıdan daha az. Bu ne demek? Partiler de inandırıcılığını yitirmişler.

 

O.Ç.: Sendikalar da öyle. Sendikalar keza. Sendikalarda çok ciddi gerilemeler var.

 

C.F.H.: Evet şimdi bir seferinde söylemiştim: Kurumlar bitti. Kurumların artık ne gücü kaldı, ne herhangi bir yaptırımı kaldı. Bu hem ulusal çapta, hem de uluslararası çapta böyle. Birleşmiş Milletler’in bir şeyi mi var? Yani Birleşmiş Milletler ne iş yapar? Hangi gücü var? Ne yaptırımı var? Ne inandırıcılığı kaldı? Anlamı yok. Değil mi? Bunlar hiçbir şey.

(11:11 – 13:07)
Bütün değerlerin yerle yeksan olduğu bir çağa giriyoruz.

 

C.F.H.: Şimdi bütün değerlerin yerle yeksan olduğu ve insanlığın yeni değerler yaratmaya mecbur kaldığı bir çağın içine giriyoruz.

 

O.Ç.: Fuat abi şöyle, Antonio Gramsci’nin sözü hep böyle araya sıkıştırıyoruz. Çok güzel laf çünkü ve çok gençken yazdığı bir şey. Yani işte yeninin ortaya çıkmadığı ama eskinin öldüğü ve canavarların sahneyi kapladığı bir zamana girdik.

 

C.F.H.: Şimdi o canavarlar da çok somut artık. Yani savaş canavarlık demek Helen Hükler dönemde. Dolayısıyla ara dönem çok…. von der Leyen canavar değil mi? Bu Almanya Dışişleri Bakanı olan o kadın canavar değil mi?

 

O.Ç.: Bärbock’un açıklamaları artık alay konusu oluyor, ama yani ondan daha iyi bir palyaço da bulamıyorlar.

 

C.F.H.: Palyaço diye… Bak, bu kadar bu korkunç canavarı palyaço diye zararsızlaştırma.

 

O.Ç.: Elinde silah var.

 

C.F.H.: Palyaço diye kimse onu şey yapmıyor. Buna da karşıyım. Yani palyaço falan yok Osman. Korkunç bir canavar var ortada. Ne palyaçosu? Hepimizin canını alacak. Çığlıklar atıyor.

 

O.Ç.: Doğru doğru yani. Sevimlileştirmek mümkün değil. Ama o şey dedi ya, “ateşkes yapılsın“. Ya kadın da şeyi bitmiyor. Birileri buna sürekli bir takım şeyler veriyorlar. Çok akıllı bir kadın değil çünkü belli yani. Ateşkes yapılsın, Ukrayna’da barış gücü… Ama şimdi ortaya çıktı ki en az 10 bin asker… Askeri güç lazım. Yani Alman askerleri de oraya gidebilir. Niye? Barış gücü olarak gidecek. Ya, o bölgeye Alman askerleri girdi mi? O bölgede çıngar çıkmaması mümkün değil. Tarihsel olarak mümkün değil. Kadının bunları düşünecek kafası yok. Ama birileri sürekli buna bir takım süflörlük yapıyor ve bir takım şeyler atıyor önüne. Ya, sen bunu söyle falan filan diye. Olacak şey mi yani?

(13:07 – 15:36)
SPD’nin sevimsiz başbakanındaki tuhaf kendine güven neye dayanıyor?

 

O.Ç.: Ama bir şey var, onu konuşalım. Yani Almanya istemese de, seçim sathı mailine girdi. Eğik düzleme. Böyle eğik düzlemde tıkır tıkır tıkır aşağı doğru düşüyor. Ama senin izlenimin ne bu Olaf Scholz’un kendine güveni konusunda? “Geleceğim“ diyor. Olaf Scholz şu anda %13, %14 düzeyinde oy oranı olduğu çıkan biri. Hristiyan demokratlar yüzde %32-34 bandında. AFD %18’de. Böyle bir şeyler gidiyor. Fakat SPD’de, yani sosyal demokratlarda ve onun sevimsiz başbakanında bir tuhaf kendine güven var. Yani bununla ilgili aklında bir şey var mı? Ne yapıyor sence?

 

C.F.H.: Ya geçen sefer şeyi konuştuk. “Bu tekrar bir barış güvercini kisvesine bürünecek ve dolayısıyla oradan tekrar bir çıkış yolu bulacak“ diye. Ama atladı trene, gitti Ukrayna’ya ona bakarsan.

 

O.Ç.: Ya orada ikili oynaması tuhaf. Dediğin doğru Kiev’e gidiyor. Orada konuşuyor, ediyor. İşte elini uzatıyor, omuzuna koyuyor o tuhaf Zelenski’nin. Fakat ondan sonra da diyor ki, “Yok, bunu iyi düşünün. Bu işler böyle olmaz. Yani ben bir frenci rolüyle çıkıyorum.“ Hakikaten barış prensi gibi de şey yapıyor: Orada işte barış lazım, savaşa son vermek lazım.

 

Ben iki şeyi gözledim: Birincisi, bunu daha önce de konuşmuştuk; senin de şu anda söylediğin. Evet ben de öyle düşünüyorum. Yani böyle bir bir rol üstlenmiş durumda ve bunun getirisinin çok olacağını düşünüyor. Hani çok da haksız sayılmaz.

 

Biliyorsun bu hafta ortasında 38 imza çıktı. İşte bilinen Willy Brandt’ın oğlu Peter Brandt, Oskar Lafontaine, Sara Wagenknecht. Eski RAF avukatı sonra Yeşil sonra da Sosyal Demokrat Otto Schilly. Yani 90’ı falan bulmuş adamlar. Katerina Witt… Bu Türkçe’ye de çevrildi Juliette diye bir romancı var… Günter Verheugen. Bunlar şey diyorlar, “12’ye bir var. Artık bu işi bitirelim. Bu olacak şey değil. Bu yolun çıkışı yok. Büyük bir Avrupa savaşını engellemek zorundayız“ diye kamuoyuna bir çağrıda bulundular. Yani bu Schilly bu işin içindeyse ona biraz bakmak lazım. Ama Olaf Scholz bu havayı koklamamış değil gibime geliyor.

(15:36 – 16:40)
Scholz’un savaşla barış arasında ikili oyunu

 

O.Ç.: Yani iki şey yapıyor. Birincisi bu: Ben, tamam, Kiev’den yanayım. Amerika ile ilişkileri tabii düzeltirim, ama Taurus’ları vermem. Ayrıca da, orada barış için çalışırım. Düşük gelirlilerin mesela bu asgari ücretin, saat ücretinin 15 Euro olması için çalışacaklarını falan bildirmeye başladılar. Diğer tarafta o yok.

 

O açıkları hakikaten karşı tarafta mesela Friedrich Merz açıkça saat… Basın bile “Ya, savaş istiyor bu. Nereden çıktı bu adam?“ falan diyorlar. Adamın herhangi bir görevi hiç olmamış. Bir şirketin, yani Blackrock diye bir şirkette milyoner olmuş bir adam. Yani herhangi bir görevi hiç yok. Ama Olaf Scholz hakikaten “ben devlet adamıyım“ diyor, “eyaletler yönettim. Eyalet başbakanlıkları yaptım. Bakanlıklar, Federal Bakanlık yaptım. Başbakanlık yapıyorum. Böyle oyuna gelmeyin“ gibi… Valla tutmayacak gibi değil Fuat Ağabey. Bu iş ciddiye binerse, bu savaş meselesi “Onikiye bir var“ havası yayılırsa, Olaf Scholz “Ben başbakanlığı kendime ayıracağım“ diye konuşmaya başlıyor.

(16:40 – 18:25)
Almanya’da gelecekte de sağlam bir hükümet olamayacak

 

C.F.H.: Osman, Scholz tekrar seçilebilir. Ama bu daha sağlam bir hükümet anlamına gelmez. Bak tekrar ediyorum. Artık bütün kurumları gibi bütün partileri de ve bu partilerin profilleri de flu hale gelmiş. Ve bunların kalıcı, kitleleri ikna edici bir yapı kazanması artık mümkün değil. Scholz tekrar kazanabilir. Tekrar hükümet kurabilir. O hükümet de ancak bugünkü çöken hükümet kadar sağlam olur. İşte bu kadar. Fransa keza. Yani Avrupa artık sarsılıyor. Altındaki toprak çekiliyor. Öyle görünüyor. Çünkü Sadom a Gamora gibi… Yani böyle ahlakın çöktüğü, değerlerin yitirildiği, toplumu yönetecek, veyahut da yönetmekte olan insanların tamamen güvenilmez hale geldiği bir dönem.

 

O.Ç.: Buradan ne bekliyor? Ve zenginler yönetiyor. Hepsi zengin. Evet.

 

C.F.H.: Hepsi milyoner. Artık yani o eski, en azından yani bir rezalete bir şeye adı karıştığı zaman istifa müessesesini kullanacak kadar dürüst diyeyim tırnak içinde… O insanlar da kalmadı.

 

O.Ç.: Yok. Doğru. Siyasette öyleleri de bulamıyoruz.

 

C.F.H.: “İstifa etmiyorum“ diyor. Bitti. Evvelden öyle miydi? Beşinci Cumhuriyetmiş… Altıncısını kurarlar yakında. Biri gider biri gelir.

(18:25 – 19:45)
Bütün kurumlar ve değerler çökmüş durumda.

 

O.Ç.: Ama şöyle; bu senin söylediğin… Kurumları yerle bir ettiler. Avrupa gözlemlerin bunlar. Türkiye’de de benzer bir şey. Türkiye’de de düzen yok. Bizim şimdi üzerinde çalıştığımız aslında seni de kazanmaya çalıştığımız bir çalışma var. Doğan Avcıoğlu ve Türkiye’nin düzeni. Orada bir genç arkadaşımız yazar arkadaşımız çok hoş bir mülakat verdi. Orada şey dedi “Eskiden bir düzenden söz edebilirdik. Artık düzen yok“ dedi Türkiye’yi analiz ederken. Düzenden söz edemeyiz. Bütün anlamıyla bütün kurumlar ortadan kalkmış durumda. Ama bu Avrupa’da da şimdi senin söylediklerine birleştirerek bu doğru bir gözlem Türkiye için.

 

Avrupa’da da durum çok farklı değil. Ben söylediklerine katılıyorum. Bütün kurumsallıklar bütün eski değerler Avrupa’yı yaratan değerler ortadan kalkmış durumda.

 

Avrupa’yı yaratan değerler deyince kimse öyle bizim hani tırnak içinde demokrasi hayranı olmadığımız malum. Ne senin ne benim. Ama bir takım kurumsallıklar vardı ve o kurumsallıkların varlık nedenini biz kitapta da Alman Demokratik Cumhuriyeti üzerine yayınladığımız kitapta da söyledik. Çünkü Avrupa’da bir sosyalizm heyulası vardı. Reel bir güç vardı ve mecbur bırakıyordu. Şimdi o ortadan kalkınca birden değil ama yıllar içinde böyle bir duruma geldik.

(19:45 – 22:38)
Bütün kurumları kirlettiler.

 

O.Ç.: Bütün kurumlar, bütün renkler kirleniyor. Tabi önce en beyaz olan sosyalizmi kirlettiler. Birinciliği de ona verdiler. Ama şimdi bütün renkler kirlendi ve bütün kurumlar dağılmış durumda. Yani sadece Türkiye’de de değil Avrupa’da da düzen çok ciddi bir darbe almış durumda. Buradan Avrupa’dan çözüm bekleyenleri üzülerek izlemek zorunda kalıyoruz. Yani burada da bir çözüm yok.

 

C.F.H.: Şimdi sen “kirletme“ dedin de… Sözünü kesip, oradan devam edeyim: Şimdi dünya çapında hem ekonomik olarak, hem askersel olarak, hem siyasi olarak, diplomatik olarak hakimiyet kurabilmek için Türkiye gibi ülkeleri kirletmekle başlıyorlar. Hani kirletmeyi sen sembolik olarak aldın. Doğru ama. Ama bu kir sonunda kendilerine de sıçrıyor. Kir üreten, kir yayan kendisi de kirleniyor. Böyle bir şey…

 

O.Ç.: Doğru doğru. Aynen katılıyorum. Ben de öyle düşünüyorum. Dolayısıyla bu kir üreten bir sistemin kendi kendisini kir üreterek temizlemesi mümkün değil. Buna bir dışarlıklı, ondan kopmuş ve aşkın bir düzen önerebilen bir aklın örgütlenmesi lazım. Bu da yok diyemeyiz.

Çünkü her şey bir anda oluyor. Yani bundan altı ay önce üç ay önce ya da, “Fransa’da hükümet kalmayacak… Belçika’da, şurada burada nasıl yönettikleri belli değil… Almanya’da da “hükümet paldır küldür düşecek ve erken seçime gidecekler“ deselerdi? Bir anda her şey olabiliyor demek ki.

 

C.F.H.: Hepsi topal ördek. Amerika Birleşik Devletleri’nde başkan çoğunluğu kaybedince ‘topal ördek’ deniyordu. Bunların hepsi topal ördek. Topal ördek olmayan var mı?

 

O.Ç.: Doğru. Hepsi öyle. Topal ördekler Cumhuriyeti halini aldı. Bunu yönetmek çok zor. Yani yönetmenin çok zor olduğuna yönelik ve yönetemeyecek kadar ağır bir krizden geçtiklerine yönelik bir işaret bence Volkswagen’ın yaşadığı kriz.

 

Bu 21. yüzyıla girerken Volkswagen dünya otomotiv sektöründe bir numarayı oynuyordu. Ondan sonra biz seninle zaman zaman konuştuk. Bir anda Amerika’da işte milyarları bulan bir ceza çıktı. Ondan sonra Elon Musk diye bir adam işte ben elektrikli otomobiller yapacağım falan dedi. Bilmem ne falan. Aradan çeyrek yüz yıl geçmeden, bir anda 2024 yılı sonunda şu anda fabrikaların (Almanya’da galiba 10 tane fabrikası var) fabrikaların üçünü kapatma kararı almaya çalışıyorlar. En az 10 bin çıkış vereceğiz diyorlar. Ve ücretlerde de, beraber yürüyenlerle de %10 indirim yaparız diyorlar. Volkswagen Alman devleti demek. Böyle ağır bir krizden geçiyor.

(22:38 – 26:15)
ABD’de Alman banka ve sanayi kuruluşlarına verilen ceza aslında savaş ilanıydı.

 

C.F.H.: Amerika Birleşik Devletleri o hareketlerle başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği’ne savaş açtı. Savaş ilanıydı bu. Globalizm falan, böyle bütün bu heyecanlı laflar edildi. Ama ondan sonra olmadı. Amerika ekonomisi perişan oldu. Doları, uluslararası ticaretin para birimini elinde tutuyor. Ama hiçbir gücü yok. Bilmem 800 tane üssü var. Ama bu üsleri hayatta tutacak ekonomi yaratamıyor.

 

O.Ç.: Tabii. Yok öyle bir gücü. Değil mi? Ukrayna’ya silah yetiştiremiyor.

 

C.F.H.: Değil mi? Sen söyledin. O silahları bile üretecek vaziyette değil. Ne olacak? Bunun için gelişmekte ve kendisini geçmekte olan emperyalist merkezlere savaş ilan etti. Bunların başında da Almanya geliyordu. Şimdi o savaş hala devam ediyor.

Bak tekrar başa dönüyorum. Amerika ile Avrupa Birliği arasında bir savaş var. Bu savaş ille de birbirine atom bombası atacak değil ya…

 

O.Ç.: Düşük yoğunluklu savaş diyebilir miyiz?

 

C.F.H.: Ne dersen de. Diplomatik savaş, ekonomik savaş… Yalnız bak, bunun kazananı olmayacak.

 

Başka bir yerden de bakalım. Bak bu emperyalist dünya bir ekonomik savaş da sürdürüyordu. Sürekli olarak işine gelmeyen devletlere ambargo koyuyordu. Değil mi? Küba daha şu avuç içi kadar bir ülke. Amerika Birleşik Devletleri’nin hemen yanı başında. Daha kurulduğunun ertesi günü ambargo koydu. Onların limanlarına uğrayan gemilere bile limanlarını yasak ediyor. Böylesine sert bir şey. Ama Rusya gibi bir ülkeye de ambargo koymaya kalkınca iş geri tepti. Geçenlerde ortaya çıkıyor ki, bunların bu ambargosu Rus ekonomisini tecrit etmek, yok onların ülke dışındaki paralarına el koymak bilmem ne… Bunlara rağmen Rus ekonomisinin geliştiğini, ekonominin büyüdüğünü itiraf etmek zorunda kaldılar. Oldu mu?

 

O.Ç.: Eşitsiz gelişme yasasının cilveleriyle iç içe yaşıyoruz.

 

C.F.H.: Aynen.

 

O.Ç.: Bence Marksizmin en önemli girdilerinden biri bu. Eşitsiz ve bileşik gelişme öyle olmuyor. Hani sen daha önce söylemiştin. Daha önceki sohbetlerde on yıllardır uğraştılar Türkiye’yi Avrupa Birliği’ye üyesi yapmak için Amerikan politikacıları. Almanya “olmaz“ dedi. Avusturya bile “olmaz“ dedi. Yapamadılar. Olmadı. Olmuyor bu işler öyle. Her şey böyle düzgün bir biçimde… İşte parası olan daha çok istediğini yaptırıyor falan. Öyle değil. Olmuyor.

 

Başka engellemeler var. Fakat mesele şu Volkswagen’in yaşadığı krizle. Çünkü bir sürü dostumuz var metal sektöründe çalışan. “Durumu berbat“ diyorlar. Yan sektörler patır patır dökülecekler bu gidişle. Çok ağır bir şey. Fakat bu Antony Blinken’ın söylediğini Almanya’da da o hesabı yapanlar var. Sipri’nin bir açıklaması oldu: Alman yine silah şirketlerinin büyüme hızının aynı sektörde faaliyet gösteren şirketlerin küresel ortalamasının üzerinde olduğu yani Alman şirketleri Alman savaş malzemesi üretimi bayağı verimli, ama tabi küresel düzeyde yapılabilecek gibi değil.

(26:15 – 28:16)
Alman sermayesinin sadece %18’i ülke içinde

 

O.Ç.: Yani bu küreselleşme hesabı büyük ölçüde geriledi. Yalnız şimdi Alman silah şirketleri para kazanıyor. İyi de ne oluyor? Mesela DAX’ın Almanya’daki 40 şirketin -en büyük 40 şirketin- borsa endeksi DAX 20.000′i geçti.

 

2000’lerde bu 2000-3000 puan civarındaydı. Şimdi 20.000 puanı vurdu bu. Korkunç bir rakam falan demeye başladılar. Ama Alman tekerci sermayesi gerçekten uluslararası ölçekte hareket ediyor. Şunu söylemiş olayım yani bu Alman milliyetçiliğiyle olacak iş değil diye. Bu 40 DAX şirketinin sadece %18’inin cirosunun %18’i Almanya’da gerçekleştirilebiliyormuş.

Bu DAX’çıların cirosunun %25’ini Kuzey Amerika işte Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri %12’sini Asya Pasifik ve %15’inde az gelişmiş ülkeler Türkiye’nin de dahil olduğu o ülkelerde yapıyorlar. Yani Almanya’daki bu olumsuz ekonomik gelişmeye rağmen DAX’ın yani borsanın böyle bir patlama göstermesi zaten birçok endişeyi beraberinde getiriyor. Yani bu olacak iş değil. Bu tansiyonun inanılmaz yükselip inanılmaz düşmesi gibi bir şey. Bünyeyi mahveder bu. Ama buna da bir çözüm bulmuşlar. 2 yıldır resesyonda olan bir ülkede 20.000 puan bu işler yolunda gitmiyor demek.

 

C.F.H.: Şimdi bu ‘sermayenin önemli bir bölümünün dışarıda olması’ emperyalizmin karakterine tam uyumlu. Değil mi? Sermaye ihraç ediyor. Şimdi sorun yalnız bu sermayenin bir kısmının başka emperyalist odaklara konsantre olmuş olması. Yani mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde olması, ya da Amerika Birleşik Devletleri kökenli sermayenin işte Almanya’da, Fransa’da vesaire buralarda operasyon yapması.

(28:16 – 30:55)
Çıkar çatışkıları sertleştikçe emperyalistler sermayeleri tekrar kendi sınırlarının içine çekme çabasına girecekler?

 

C.F.H.: Şimdi bu çekişme -çıkar çatışkıları vesaire- bunlar sertleştikçe bana kalırsa bu emperyalist merkezler o sermayeleri tekrar kendi sınırlarının içine çekme çabasına girecekler. Başka türlü mümkün değil. Ama iş o kadar karışık ki, bak bir örnek vereyim sana: Şimdi “savaş endüstrisi şahlanıyor“ falan diyoruz değil mi Almanya’da? Rheinmetall falan bunlar. Tamam. İyi güzel. Şimdi sadece Rheinmetall yok. KKDS var, bilmem var oğlu var. Deal var. Krauss Maffay var. 1800’ün sonlarında kurulmuş Bavyera’da. Meşhur Krauss Maffay! Şimdi bu da, savaş endüstrisinin artık yaşlanmış, ağır başlı, ak saçlı üyelerinden biri. Sahibi kim? Sahibi kim? Sahibi bir Çinli şirket. (Gülüyor)

 

O.Ç.: Doğru. Girdiler devreye. Haklısın.

 

C.F.H.: Hiç kimse bilmiyor bak. Ben sana söylüyorum. Girdiler yani o alana da girdiler. Evet.

Şimdi biraz daha kimin eli kimin cebinde belirsiz hale geldi. Şimdi bu ABD devletlerinin Çin’den korkmaya başlamasını biraz da oralarda görmek lazım.

 

O.Ç.: Valla bu Çin korkusunu şimdi ana akımda -birkaç gece önce bir haber programında da vardı- Çin’in aslında güvenilmez olduğunu anlatmaya çalışacaklar ama bu arada Avrupa’da ve Afrika’daki yatırımlarına tamamen altyapı yatırımlarına yönelmiş. Tamamen altyapı. Yani klasik emperyalist yayılmacılığın dışında bir şey yapıyorlar. Bana kalırsa da büyük kavgalar var. Yani işte, “Çin ne kadar sosyalist?“ falan filan diye… Bunlara girmeyelim, ama hani bunlar her yerdeler artık. Çin’deki gelişme muazzam. Tutulabilir gibi değil. Zaten Rusya’nın NATO önündeki bu başarısını büyük ölçüde arka plandaki Çin’e borçlu. Ve bir de BRICS’e. Artık bu ortamda azınlık olanlar bu Avrupa.

 

Söylüyorlar ya, zaten önde gelen sağ yayın organları söylüyor. Dolayısıyla, işler hiç iyi gitmiyor ama bu birdenbire bitmeyecek; bir şeyler olacak. Velhasıl, senin saptamandan yola çıkarak bu haftayı şu noktada kapatalım: Bu işler eşitsiz gelişiyor, öyle bire bir „şöyle olursa aynen böyle olur“ diyemiyoruz. Bu yüzden, denklemleri çok iyi gözden geçirmemiz lazım

(30:55 – 32:38)
Usul usul ya da birdenbire ortaya çıkabilecek bir alternatifi kurmak lazım.

 

O.Ç.: Hükümetler kurulur ya da kurulmaz, ama şu da ortaya çıktı: Hükümet kurulsa ne olur, kurulmasa ne olur? Bir biçimde ülkeleri yönettiklerini düşünüyorlar. Ancak toplumlar da bu düzensizliğe, bu kurumsal çöküşe karşı bir yerde tepki gösterecek. Usul usul ya da birdenbire ortaya çıkabilecek bir alternatifi kurmak lazım. Bu aşkınlığı, sosyalizmle gelen bu üstün görüşü yeniden gündeme getirmek lazım. Fakat burada sorunumuz şu: İçimizdeki liberallik ya da tırnak içinde „demokratlık“, öyle bir vuruyor ki… Dediğim gibi, bütün renkler hızla kirleniyor. Özdemir Asaf’ı yeniden hatırladık; ama birinciliği beyaza, yani sosyalizme vermek lazım.

 

Senin yıllardır söylediğin şeye geliyorum: Avrupa, komünizmden gelerek bugünlere, Gorbaçov’a ve oradan da sosyalizmin Avrupa’dan silinmesine tanık oldu. Önce bizdeki bir kirlenme oldu. Ben, Türkçenin bu anlamda önemli bir çıkış yapabileceğini düşünüyorum. Neyse, epey konuştuk.

 

10 Ocak’ta tekrar dinleyicilerimizin karşısında olacağız. Bu arada bir de web sitemiz var, oraya da göz atabilir arkadaşlarımız. Cuma, Kıvılcımları’na yönetmeni Pembe Hendek bazı çalışmalar yapıyor. Oraya da bir şeyler ekleriz, sürprizler olabilir, muhtemelen Pembe’nin. Ama şimdilik, 10 Ocak’a kadar hoşça kalın diyeyim.

 

C.F.H.: Evet, hoşça kalın. 2025’e neşeli, umut dolu ve fişi çekeceğimizden emin girin… Ocak’ta da tekrar görüşelim.